Subhanallah (3.Bölüm) - Muhammed Hüseyin (R.A.)
Hep beraber tesbihi anlamaya; yani “subhanallah” demeye çalışıyorduk. Subhanallah demek öyle basit bir şey değildir. Aynı şekilde elhamdulillah demek, Allahu Ekber demek, lâ ilâhe illallah demek öyle basit bir şey değildir. Herkes diliyle her şeyi söyleyebilir. Ne demişler; dilin kemiği yoktur. Mesele onu dilimizle söylerken gönlümüz ile de söylemektir, hatta her zerremiz ile onu aşk ile söyleyebilmektir. Her zerremizin söyleyebilmesi için her zerremizin iman etmesi lazım ki söyleyebilelim.
Kim Allah’ı tesbih edebilir, kimin gücü buna yeter? -Hiç kimsenin. Kim Allah’a hamd edebilir! Zaten elhamdulillahi rabbil âlemin derken hamd; övme ve övülme âlemlerin rabbine mahsustur, rabbine aittir. Bir tek o hamd edebilir; ama siz de Allah’ın size bildirdiği, öğrettiği kadarı ile rabbinize hamd edin, onu tanıdığınız, marifetiniz kadar ona hamd edin; yani onun yaratmasını, takdirini, emrini, işlerini beğenip onu övün, dedi Allah.
Tekbir de öyledir; Allahu Ekber derken bir kul gerçek manada Allahu Ekber derse biter, nefis erir, yok olur. Tıpkı güneş doğunca nasıl karanlık yok oluyorsa öyle de nefis karanlığı yok olur. Nefis, karanlıktan ibarettir. Dünya da öyledir. Bu dünyaya gölge âlem deniliyor; yani onun hakiki bir varlığı yoktur. Gerçek manada var olan, yok olmaz. Onun için Allah ayeti kerimede ne buyurmuştu; “her şey, her ne varsa hepsi fânidir, hepsi yok olucudur. Celal ve ikram sahibi olan rabbinin vechi bakidir” (Rahman /26,27). Allah’tan başka baki hiçbir şey yoktur.
Eğer bir kul nefsini yok ederse, hayali varlığını, hayali varlıkları yok ederse ne olur? -Celal ve ikram sahibi olan rabbinin vechi tecelli eder ki o zaman rabbi ile beka bulmuş olur. Onun için fena, kuldan yana, beka ise Allah’ın ikramıdır. Herkes Allah’ın bekası ile bakidir; yani ebedidir. Mü’mini de öyledir, kâfiri de öyledir; ama gideceği yeri, göreceği muameleyi kendisi belirler. Kendisi, kendisi için bu takdiri yapmıştır. Kul, Allah’ın takdirini beğenmeyince kendisi, kendisi için bir takdir yapmıştır. Eğer kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiğini takdir ederse fena bulur, gölgeyi, fâniyi görür, fâninin yok olacağını bilir, bekaya, baki olana yüzünü döndürür, onunla olur, onunla beka bulur. Bunun için herhangi bir varlığa varlık vermek, onu var olarak görmek sadece bir hayalden ibaret olur; çünkü o, yok olucudur, yok olacak olan bir şeydir.
Kuldaki beka nedir?
Kuldaki beka, Allah’ın, ruhundan nefhettiğidir. Bütün varlıkların bir beka tarafı vardır. Her birinde ruh olarak Allah’ın birkaç ismi tecelli etmiştir. Onlar da onunla bakidir. Kıyamet günü herkes öğrendiği, anladığı kadarıyla hesabını verecek. Elbette ki herkesin gücü bir değildir, herkesin gücü farklı farklıdır. Allah her bir kulun gücüne göre onun için takdirde bulunmuştur. Kulun gücü nasıl yetiyor, ne kadar kazanabiliyorsa takdiri ona göre yapmıştır. Hiç kimse bunu anlayamaz. Biri ancak gerçek manada “subhanallah” deyince, gerçek manada “elhamdulillah, Allahu Ekber” deyince bunu anlar. Böyle biri birine bakarken bir tek onda Allah’ın tecellisini görür, takdirini görür, Allah ona neden böyle bir muamelede bulunmuş, onu görür, onu anlar. Yoksa anlayamaz, yoksa kendine göre kendi gönül aynasından, kendi marifeti ile ona bakar, hükmü ona göre verir.
Onun için Allah, kulları için takdiri yaparken kuluna nazar edip öyle takdir yapar. “Bu kulum ne kadar marifet kaldırabilir, ne kadar imana güç yetirebilir, ne kadar hakka güç yetirebilir” deyip öyle takdir yapar. Fazlasını ona yüklemez ve bu da onun rahmetidir. Onun için takdiri yaparken bir kısım kullar marifeti kaldıramadı, gücü yetmedi, onları sadece emirler ile muhatap kılıp emirlerden sorumlu tuttu; yani namazını kılıyor, orucunu tutuyor, çalışıyor, çaba, gayret sarf ediyor. Onun gücü o kadardır. O, marifeti alamaz. Bir kısmı da marifeti alabilecek seviyededir. Allah onlara da ona göre marifet verdi.
Bununla beraber bir de aşk verdi, âşıklık verdi. Bir kısmının marifet ile beraber aşka, âşıklığa gücü yetmedi ki Allah da ona âşıklık vermedi; çünkü buna gücü yetmiyor, onu üzerinde gösteremiyor, aşkın hakkını veremiyor. Aşkın hakkını vermek öyle kolay değildir. Âşık, maşukunun huzurunda “ben sıkıldım” diyebilir mi? -Hayır. “Benim derdim var” diyebilir mi? -Hayır, sadece onu seyretmekten, onunla olmaktan, onunla sohbet etmekten başka bir şey bilmez ve düşünemez.
...
Devamını sohbetten dinleyelim inşallah...