ARAMA YAP

Subhanallah (15.Bölüm) - Muhammed Hüseyin (R.A.)

Hep beraber rabbimizi tesbih etmeye çalışıyorduk. Bu âleme rabbimizi tanımaya, anlamaya, iman etmeye gelmişiz, kendimizi tanımaya, rabbimize vasıl olmaya, yürümeye, yakın olmaya gelmişiz. Bu bir yolculuk, hepimiz yolcuyuz, hepimiz yoldayız, yollardayız, kiminin yolu Allah’a varır. Rabbini isteyenler, iman edenler rabbine varır, vasıl olur. Yolculuk bu, yol bu! Yolu yürüyenler var, yolu yürümek isteyenler var!

Cehalet karanlıktır. İnsan ya cehaletin karanlığına gömülür, gönlü kararır, karanlıklar içinde kalır ya da iman eder, amel eder, imanı onda ahlaka, amele dönüşür, iman nuruyla, amel nuruyla aydınlanır, Allah’ın zikriyle, rabbini hamd etmekle, tesbih etmekle, tekbir etmekle, tahmid edip tevhid etmekle aydınlanır. Dileyen, rabbini tevhid eder, rabbini tanımaya, anlamaya çalışır. Elbette ki kul, rabbini tanımaya çalışırken önce gördüklerini baş gözüyle, aklının anladığı kadarıyla anlamaya, tanımaya çalışır; yani rabbini ef’âlinden, El Ef’âlu’l Husna’sından tanımaya çalışır.

Allah’ın ef’âlleri onun isimlerinden tecelli eder, isimleri sıfatlarından tecelli eder, sıfatları da zatından tecelli eder. Ne kadar bakmaya, görmeye, anlamaya çalışırsak o kadar görme imkânımız, o kadar anlama, o kadar nurlanma imkânımız olur. Eğer Allah “rabbini hamd ile tesbih et, rabbini tesbih et, rabbini tekbir et, rabbine hamd et, rabbini tevhid et” dediyse bize de düşen; rabbimizi tesbih etmektir, hamd etmektir, şükretmektir, tekbir etmektir, onun tecellisine, güzelliklerine nazar etmektir.

Kul ne kadar görmeye çalışırsa o kadar görme imkânı olur, ne kadar anlamaya çalışırsa o kadar anlama imkânı olur. Kul, rabbinin kudretini, takdirini, emrini, hükmünü, işlerini, yaratmalarını, yarattıklarını ne kadar görmeye çalıştıysa o kadar görür, o kadar da anlamış olur; ama onun böyle bir derdi yoksa hiçbir zaman göremez, dolayısıyla karanlıkta kalır, cahil olur, rabbine karşı cahil olur. Eğer biri Allah’a karşı cahil olduysa, Allah’ı bilmediyse o neyi biliyor, neyi bilebilir? -Varlığı bilir, gördüklerini bilir, düşündüklerini anlamaya çalışır. Kul, Allah’tan bağımsız olarak gördüğü için gördüklerinin hepsi de yanlıştır; yani hepsini yanlış gördü, yanlış okumuş oldu.

Onun için ilk inen ayet İkra bi ismi rabbikellezi halak, halakal insâne min alak, ikra ve rabbukel ekrem: “Yaratan rabbinin ismi ile oku. O ki insanı alakadan (ilgisinden) yarattı. Oku ki o, ekremdir” (Alakak /1-3). Eğer biz hayatı, varlığı, insanı, kendimizi, olayları, meseleleri yaratan rabbimizin ismi ile okumazsak doğru okumuş olmuyoruz, okuduğumuz yanlıştır demektir. Herhangi bir şeyi Allah’a bağlamadan, Allah’ın muradını anlamaya çalışmadan anladıysak o yanlıştır. Hayatta her ne meydana gelirse gelsin mutlaka bir sebeple meydana gelmiştir; ama sebebin arkasında sebebin sahibi vardır. Sebebi sahibine bağlamadan onu anladığımızı zannedersek yanıldık; ama sahibine bağlayıp “Allah’ın burada bir muradı var” deyince doğru anlamış oluruz. Allah’ın muradını ne kadar anladıysak o kadar doğru anladık demektir. Onun muradını ne kadar anlarız? -Onu tanıdığımız kadarıyla. Allah’ı ne kadar tanıyorsak muradını da o kadar anlama imkânımız olur. Eğer rabbimizi anladıysak onu tesbih ederiz, tesbih etmeyi anladıysak onu tanıyacağız, nefsimize, şeytanın verdiği vesveseye taviz vermeden anlayacağız; çünkü O, subhandır; her işi eksiksiz, kusursuz, noksansızdır, kemalat üzeredir, hem de aklın alamayacağı kadar kemalat üzeredir ve bununla beraber Allah her şeyi bir hesapla yapar. Onun bir hesabı var, bir muradı var. Mesele; onun hesabını, muradını anlamaktır, anlamaya çalışmaktır. Allah’ın muradını ne kadar anlayabildiysek o kadar da doğru yapma, doğru düşünme, doğru konuşma imkânımız olur.

Hadis-i şerifte “ahirette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalplerin fehmetmediği, anlamadığı nimetler var” buyrulur (Müslim, Cennet 2, Tirmizi, Tefsir). Peki, bu nimetler nedir? -Kul nimetleri, ikramları zahiri olarak hayal edebilir. Gözlerin görmediği nimetler; Allah’ın cemalidir ki hiç kimse onu anlayamaz. Allah ne zaman onu ikram etti, kul onu o zaman anlar. Kulakların işitmediği de Allah’ın hitaplarıdır. Allah’ın sessiz, harfsiz, sebepsiz hitabıdır. Kalplerin fehmetmediği de onun zatıdır. Kul onu nasıl fehmetsin, nasıl anlasın! Ama kulun bu dünyada bundan nasibini alması gerekir. Kul, gönlünün genişliğine göre, marifetine göre, çabasına, gayretine göre, imanına göre, aşkına, muhabbetine göre Allah’ın tecellisine mazhar olur, olmalıdır. Yoksa cahil kalmıştır.

Devamını sohbetten dinleyelim inşaallah...